30 Ağustos 2014 Cumartesi

Sarı Rengi Sevdiren Dizi: Utopia - 1. ve 2. Sezon

      Utopia yeni tanışmama ve kısacık olmasına rağmen çok sevdiğim bir dizi. İzlemeyen herkese öneriyorum. Bu yazıyı okumadan önce de çok feci bir şekilde uyarıyorum:  Spoiler içerir!!!!








       Bir iki hafta içinde önce Daniel Quinn'den İsmail'i okudum, sonra Dan Brown'dan Cehennem'i okudum. Son olarak ise Utopia'ya başladım. Bunları tek bir başlık altında toplamam gerekiyordu çünkü beni paranoyak yapmaya yetecek bir bilgiden bahsediyordu: İnsan popülasyonu aşırı artıyor ve kaynaklar tükeniyor... ve bunun için bir şeyler yapmamız lazım! Bu iki kitap ve filmden en hafifi İsmail, en ağırı ise Utopia'ydı benim için. Sanki fikir giderek çılgınlaşıyor ve vahşileşiyordu. İşte Utopia bunun üzerine kuruluydu biraz da, bilimkurgusal gerçekliğin şiddeti. 

       İlk sezonunu bir çırpıda bitirdim dizinin ve şunu söyleyebilirim ki sırf ilk sezonunun güzelliği ile üç sezon sıvama hakkı var. Çizgi romandan fırlamış karakterlerle (ki gerçekten de fırlayanlar yok değil), bir o kadar estetik çekimlerle ve üstüne üstlük güzel bir olay örgüsüyle ve sürprizlerle dolu bir dizi Utopia. Kesinlikle izlenmesi gerekenler listemde üst sıralarda bir dizi. Diziyi bu kadar çekici yapan özellik, basit bir konuyu çok güzel bir şekilde dallandırması kesinlikle. Utopia adlı çizgi roman tutkunu 5 kişinin hayatının bambaşka bir boyuta geçip, Dünya'yı kurtarmaya kadar gitmeleri (belki de Dünya'nın sonunu getirmeleri). Açıkçası İngiliz dizisi olduğundan dolayı ben bu sezon dizinin biteceğini düşünmüştüm iyi ki de bitmedi, mümkünse birkaç sezon daha oynasın lütfen.

      Dizinin çekimleri gerçekten aşırı estetik. Bir sanat filmi dozunda neredeyse. Estetik işkence sahneleri, uzak çekimler, doğa ile iç içe mekanlar, parlak renkler ve en önemlisi sarı renk. Sarıyı beynime kazıyan bir dizi oldu. Bende bambaşka duygular uyandırıyor artık sarı renk. Bu yüzden bu işe kim bu kadar özen gösteriyorsa, saygılar. Ayrıca müziğini de çok beğeniyorum. 



      Karakterlerin hepsi ayrı güzellikte. Bir tek Ian hariç. Dizinin en gereksiz karakteri olabilir. Wilson bile sondaki Mr. Rabbit saçmalığıyla Ian salaklığına ulaşamadı bence. (Burada bir not geçeyim, sezon finalinde Wilson'ın kötü adam olması güzel bir detaydı ama o kadar çabuk yükseğe ulaşması saçmaydı. Önemli olanın kötü adam değil, kötü fikirler olduğunu gösterdi bize senaristler) Dizideki en favori karakterlerim ise Arby, Jessica Hyde ve Grant. Hepsi ayrı sorunlu ve hepsi ayrı tatlılıkta. Grant adım adım yeni bir Arby, yeni bir Jessica olma yolunda ilerliyor. Yazık la çocuğa aslında ama onu öyle dengesiz haliyle seviyorum ben. Becky'e karşı karışık duygular içerisindeyim genelde. Bazen seviyorum, bazen sevmiyorum. Sanırım Ian ile olan ilişkisi belirliyor terazimin dengesini. Milner'a ise apayrı bir hayranlık duyuyordum. Kendisine yazık oldu. Gençliğini de Game of Thrones'taki Ygritte'in oynadığını görünce daha da bir sempati duydum kadına. Dizinin dehasıydı ve Wilson onun yerini dolduramayacak ne yazık ki. Jessica, Jessica, Jessica.... Çocukluğundan beri kaçmaya ve paranoyak olmaya zorlanmış, dizinin en masum karakteri. Vahşi olduğuna bakmayın, özünde hala bir ergen, bir çocuk. Zaten Ian'a olan karışık hislerini de görünce daha bir üzüldüm kendisine. Sırf Jessica'yı kurtarmak için bile, babasının kendi ırkını seçmesine neden olan muhteşem yaratık. Umuyorum ki talihi bundan sonra daha açık olur dizide. (İnandım mı? Hayır tabiki de...) Son olarak; Michael Dugdale'in o korkak tavırlarına bitiyorum, kendisini dizide daha da aktif görmek isterdim. 

     Üçüncü sezonda bizi nelerin beklediğini tahmin bile etmek istemiyorum. Yine güzel sürprizlerle, Wilson'ı bile kabullendireceklerine eminim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder